24 Aralık 2012 Pazartesi

Sait Faik Abasıyanık, Alemdağ'da Var Bir Yılan

Yine İstanbul çirkin. İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi; değil. Başka günler de Köprüsü balgamlıdır. Yan sokakları çamurludur, molozludur. Geceleri kusmukludur. Sokakları dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle. Yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek. Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.

(Alemdağı'nda Var Bir Yılan öyküsünden)

Orhan Pamuk, İstanbul

Bu ölen kültürün, batan imparatorluğun hüznü her yerdeydi. Batılılaşma çabası, modernleşme isteğinden çok, yıkılan imparatorluktan kalan keder verici, acıklı hatıralarla yüklü eşyalardan kurtulma telaşı gibi gelmiştir bana: Tıpkı birden ölüveren güzel bir sevgilinin yıkıcı anısından kurtulmak için elbiselerinin, takılarının, eşya ve fotoğraflarının telaşla atılması gibi. Yerine güçlü, kuvvetli, yeni bir şey, Batılı ya da yerli, modern bir dünya kurulamadığı için bütün bu çaba daha çok geçmişi unutmaya yaradı; konakların yakılıp yıkılmasına, kültürün basitleştirilip güdükleştirilmesine, ev içlerinin yaşanmamış bir kültürün müzeleri gibi düzenlenmesine yol açtı.

21 Aralık 2012 Cuma

Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken

Yabancı ülkelerde yaşama hasreti içinde kıvranan vatandaşlarımı azdırmak için gönderilmişlerdi sanki bunlar. Bakın, derlerdi; biz koyu ve ciddi elbiselerin giyildiği, sokaklarında büyük arabalarla gezilen ve salonlarında değerli içkilerin sunulduğu ziyafetler verilen bir ülkenin insanlarıyız. Özentili vatandaşlarım da içlerini çekerlerdi: Ah, ne kadar öylesiniz! İşte ben bile, bunları bilmenin ezikliği içinde, yolda bana bir şey soran bir yabancıya yardım etmek için çırpınırdım; ona, uzun uzun bir şeyler tarif ederdim. Eve dönünce de, yabancıyla konuşurken yaptığım yanlışlıkları hatırlayarak kendi kendimi yerdim.

16 Aralık 2012 Pazar

Thomas Kuhn ve Bilim Savaşları

Kuhn, bilimin; nesnelliğin ve hakikatin peşine düşmediğini, kabul gören inanç çerçeveleri içinde problem çözmeye çalışmaktan daha öteye gitmediğini göstermişti.

*
Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı'nda, bilim adamlarının yeni gerçeklerin peşindeki maceraperestler olmadığını; daha ziyade yerleşmiş bir dünya görüşü içinde, bulmaca çözmeye çalışan insanlar olduğunu söylüyordu. [...] Bilimi; akılcı olarak seçilmiş deneysel çerçevelere dayanan ilerici, yavaş yavaş artan bir bilgi birikimi olarak çizen geleneksel tablonun tersine, "normal bilim"i dogmatik bir kurum olarak gösteriyordu.

Sema Kaygusuz, Yüzünde Bir Yer

"Eline doğduğun babaannen tam kırk gün üstüne yağdırılan bütün adlardan seni korumuş, annenin, babanın, halaların ve dayıların sabırsızca koyuverdiği basmakalıp adlara direnerek senin hakiki harflerini aramıştı yüzünde. Kırkıncı günün gecesi sülün gibi bir kız olarak babaannenin rüyasına girdiğinde gerçek adını sen söylemiştin ona. Babaannen vahiyden uyanırcasına yatağından doğrulup o kızın bebekliğini kucaklamış, kendine koymuş olduğun adı senin kulağına fısıldamıştı.

7 Aralık 2012 Cuma

Etyen Mahçupyan

Cehaletin bilgisizlik olmayıp, bilmediğin halde kendini biliyor sanmak olduğunu laik kesim de öğrenecek ve belki de o zaman kendisini cahil 'bıraktıranın' ne olduğunu, cahil 'bırakanların' da kim olduğunu sorgulayacak.

*
... Kişiliğimiz bize ait değil, hala çocuğuz, devletin çocuğuyuz ve babamızın ruhuna yaslanmadan 'adam' olamamak çok ağır geliyor.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Şerif Mardin, İdeoloji

Erik. H. Erikson’a göre ergenlik çağı ideolojiler için bilhassa uygun bir ortam yaratır, ergenlik çağındaki gençlerin bazı arayışlarını cevaplandırır, bundan dolayı bu yaş grubunca kolay benimsenir. 

*
Hegel için “soyut düşünce” diye bir şey yoktur, insanların tarih boyunca düşünmüş oldukları fikirler ve bu fikirlerle yaratmış oldukları toplumsal kurumlar vardır. […] Her ne kadar, insan doğa ile olan karşılaşmasında kendi kaderini kendi tayin ediyorsa da, başka bir açıdan, ancak tarihin içindeki gizli ve daha “yüksek” bir kuvvet ve amaç için çalışır. “İnsan” bu yüksek amacın gerçekleşmesine yarayan bir araçtır, amacı belirleyen dinamik unsursa Geist (Tin)’dir. […] Tarihin bir çizgisi vardır, fakat bu çizgi Tin’in kendini gerçekleştirirken çizdiği çizgidir. İnsan tarih içinde nereye gittiğini ancak kendi düşünce tarihini geride bıraktığı zaman, ortaya çıkardığı düşün ürünlerini değerlendirdiği zaman bir dereceye kadar anlayabilir. 


2 Aralık 2012 Pazar

Rainer Maria Rilke, Genç Bir Şaire Mektuplar

“Herr Kappus, yüreğinizde çözülmemiş şeylere karşı ses çıkarmadan beklemenizi ve sorularınızı kapalı odalar, yabancı dilde yazılmış kitaplar gibi sevmenizi istiyorum. yaşamadığınız için size verilmeyen cevapları şimdi araştırmayın. her şey yaşanmak ister. siz şimdi sorunlarınızı yaşayın." 


Her yede var olan Tanrı’ya artık inanmadığımızdan, çocukluğunuzu ve çocukluğunuza bağlı olan yalın, sessiz olanı düşünmek sizi korkutup içinizi sızlatıyorsa, o zaman, kendi kendinize, tanrıyı gerçekten mi kaybettim, diye sorun. 


İnsanın hayatında hiçbir alan, aşk alanı kadar geleneklere dolanmış değildir. 


Eğer bilgimizin erdiğinden daha uzağı görebilseydik, bir parça da atalarımızın hazırladıkları eserlerin dışına bakabilseydik, belki de o zaman üzüntülerimize sevinçlerimizden daha büyük bir güvenle katlanabilirdik, Çünkü bu anlar, içimize yeni, bilinmeyen bir şeylerin girdiği anlardır. 

Rainer Maria Rilke, Genç Bir Şaire Mektuplar

Sait Faik, Kumpanya

“Hep böyle söyleriz” [dedi], “Anadolu çekmez, Anadolu istemez, Anadolu anlamaz. Bu yüzden dünyanın en aşağılık filmlerini biz yaparız. Anadolu şöyledir Anadolu böyledir. İçimizde Anadolu’yu bilen bile yok.” 

*
Üsküdar, İstanbul’dan Diyarbakır kadar uzaktır.


Sait Faik, Kumpanya

Cesare Pavese, Günlükler

Suçun biraz da bizde oluşu mu? Bütün suç bizdedir oysa, bundan da kurtuluş yoktur. Hep böyledir bu.

*

Bir kadına ondaki potansiyelden bahseden kişi boynuzlanan ilk kişi olacaktır. Matematiksel bir şeydir bu. Evet, matematiksel


*
Bir kadın, eğer budala değilse, eninde sonunda akıllı, sağlıklı bir adam bulup onu bir yıkıntıya çevirir. Her zaman başarır bu işi.

Bacon, Denemeler

İnsanın kafasından boş düşünceler, böbürlenmeler, yanlış değerlendirmeler, tatlı kuruntular, bütün bu gibi şeyler çıkarılacak olursa, çoğu kimsenin kafasında geriye, kendilerinin bile hoşlanmayacağı, üzüntü, tedirginlik dolu zavallı cılız şeylerin kalacağını bilmeyen var mı?

*
İnsanların ölümden korkması, çocukların karanlık bir yere girmekten korkmalarına benzer.


Mutluluk kötülüğü, mutsuzluk erdemi doğurur. 


Erkek ne zaman evlenmelidir sorusuna Thales şu cevabı vermiş: “genç adam için erken sayılır daha, yaşlı adam içinse artık geçtir.” 

Elisabeth Wright, Lacan ve Postfeminizm

Freud’a göre cinsel farklılığın kökeninde, erkek ve dişi organları arasındaki anatomik farklılıkların, varlık ve yokluk terimleriyle ifade edildiğinde kazandığı anlam vardı. Sonuçta hiçbir cinsel kimlik tam değildi: Kadınlar penis kıskançlığından, erkekler ise kastrasyon anksiyetesinden mustaripti.

*
Dil ve konuşma insanoğlunu kastrasyona maruz bırakır. Lacan’a göre önemli olan dilin, bütün konuşan varlıklar üzerinde uyguladığı sınırlamadır; bu sınırlamayla bedenin motivasyonu (Freudcu güdü) tam bir tatminden yoksun bırakılır. Bu da simgesel kimliği ile kimliği taşıyan bedeni arasında bölünmüş bir özne, yani Lacan’ın gizemli ‘yasak özne’sini yaratır.

*
Şüphesiz kadınları maskeleriz, çünkü kadını keşfedemeyiz. Onu sadece icat ederiz.


Simgesel olan tekrar yoluyla gerçek üzerinde işler ancak asla gerçeğe dönüşmez. Dildeki her sözcüğün kullanımı, bir kimliğin inşa edilme ve hayata geçirilme çabası içerisinde, gerçeğin bir parçasını yakalamaya yönelik bir tekrardır.

Elisabeth Wright, Lacan ve Postfeminizm

Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı

Ben ilk roman yazmaya başladığım 1970’lerin ortasında, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay gibi romancıları “düşünceli” oldukları için de severdim. Bu yazarların yalnız anlattıkları insan deneyimi ile değil, anlatım yolları ile de aşırı dertlendiklerini gördükçe memnun olurdum.


Konumuz için, roman sanatının temel özellikleri açısından daha ilginç olan şey, film seyircisinin saflığına gülümseyen, filmlerde kötü kahramanları canlandıran yarı ünlü oyuncuların İstanbul sokaklarında öfkeli seyirciler tarafından tanınınca azarlanmasına, dövülmesine, hatta hayatta olduğu gibi linç edilmeye çalışmasına kahkahalar atan “bilgili, kültürlü” okuyucuların, daha sonra bana “Orhan Bey, siz Kemal misiniz? Bunları hakikaten yaşadınız mı?” diye sormadan edememeleridir. 

*
Tolstoy’un dünyası incelikle, duyarlıkla örülmüş eşyalarla kaynaşırken, Dostoyevski’nin odaları sanki bomboştur.

*
Ben geleneksel dünyadan modern aleme roman okuya okuya geçtim. Bu, ait olmam gereken bir cemaatten kopup yalnızlığa geçmek anlamına da geliyordu.

*

Bazı romancılar okurun gözünde bir büyük anıt dikmek için (Borges gençliğinde yazdığı bir yazıda Ulysses’i bir katedrale benzetir), bazıları da Proust gibi okurların kafasında resimler canlandırmak için yazarlar. bazı romancılar başkalarını anlamakla, bazıları da başkalarınca anlaşılmamakla gururlanırlar.

Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı

Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

“Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. Sadece rastlantı bir şeyler söyler bize. Onun diyeceklerini Çingenelerin kahve falı bakması gibi karineyle çıkarırız. […] … Gizemli kesişmelerin büyüsüne kapıldığı için roman[ları] kınamamalı; asıl, gündelik yaşamdaki bu tür kesişmeleri göremediği için insanoğlunu kınamalı. Çünkü böylelikle yaşamını güzelliğin bir boyutundan yoksun bırakmaktadır insanoğlu. 

Kadın, “kaktüs fotoğrafları bile çeksen kendi yaşamını yönlendiriyorsun demektir. Sadece kocan için yaşarsan, kendine ait bir yaşamın olmaz,” dedi. 

Birden tepesi attı Tereza’nın: “Benim yaşamım kocamdır, kaktüsler değil” dedi. 


15 Kasım 2012 Perşembe

Franz Kafka, Babaya Mektup

"İnsan gerçekten asılırsa ölür ve her şey biter, ama asılması için yapılan bütün hazırlıkları yaşamak zorunda bırakılır ve ancak ilmek yüzünün önünde sallanırken affedildiğini öğrenirse bütün hayatı boyunca bunun eziyetini çekebilir.

Burada evde, ailemin arasındayken bile, beni aydınlık salondan çok, karanlık odama iten bir haldeyim.

Aile içinde, en sevgili insanlar arasında, bir yabancıdan da yabancı gibi yaşıyorum. Son yıllarda annemle günde ortalama yirmi kelime bile konuşmadım, babamla hiçbir zaman selamlaşmadan öteye gidemedim.

Babamın şimdiki çocukların ve özellikle de kendi çocuklarının şanslı durumuna bitmez tükenmez imalarda bulunarak kendi gençliğinde çektiği sıkıntıları anlatmasını dinlemek rahatsız edici.

Sağlıklı mısın: Hayır: kalp, uyku, sindirim.

Annem babamın sevgi dolu bir kölesi ve babam da annemin sevgi dolu bir zorbası, bu yüzden de aralarındaki uyum her zaman mükemmel oldu."

Kafka'nın annesi Julie'nin Felice Bauer'in annesi Anna'ya yazdığı mektuptan: "o belki de evlilik için yaratılmamış, çünkü bütün arzusu yazmak, bu, onun için hayattaki en önemli şey." 

Franz Kafka, Babaya Mektup


Dostoyevski, Yeraltından Notlar

"Medeniyet neyimizi yumuşatmış? Medeniyetin insanda duygu çeşitlerini artırmaktan başka işe yaradığı yok.

Kim olursa olsun, insan daima, her yerde akılla çıkarın buyurduğu gibi değil, canının istediği gibi hareket etmeyi sever, arzularımızın çıkarımıza tamamen ters düşmesi de mümkün, hatta bazen zorunludur.

İnsan, gerçekten bir piyano tuşu olduğunu görse, hatta tabiat bilimleri ve matematik yoluyla öyle olduğu ispat edilse bile gene akıllanmaz; gene mahsus, sırf nankörlükten, inadından yeni haltlar karıştırır. 

İnsan refahtan başka şeyi de sevemez mi? Belki ıstıraptan da aynı derecede hoşlanıyordur? Hatta ıstırabın saadet kadar faydalı olması da mümkündür, insanın sırasında acıyı ihtirasa varan derecede sevdiği bir gerçektir.

Zamanımızda her namuslu adam korkak, köle ruhludur ve böyle olmalıdır. [...] Namuslu adamların korkak, köle ruhlu oluşu yalnız zamanımıza, tesadüf sayılacak bazı koşullara bağlanamaz; namuslu insanlar her zaman korkak ve köle ruhlu olmalıdır. Dünyadaki hiçbir namuslu insan bu tabiat kanunundan yakayı sıyıramaz.

Bence sevmek, manevi üstünlük kurmak, zorbalık etmek anlamına gelir. Bazen sevginin sevdiğimizin bize gönül rızasıyla bağışladığı, kendine zorbalık etme hakkından ibaret olduğunu düşünüyorum.

Bırakmıyorlar... İyi olamıyorum."

Dostoyevski, Yeraltından Notlar

Herder

"Evrende her şey milyonlarca erek için bir araçtır ve her erek de milyonlarca araçtan dokunmuştur."

" Her ulusun, her çağın ağırlık merkezleri kendisindedir ve kendisi içindir, her ulus, her çağ kendisine göre mutlu olur ve kendisine düşen ödevi kendine göre çözer."

"Eski çağlardaki zorbalık gerçekte, evi-barkı yönetmek için zorunlu olan bir baba otoritesinden başka bir şey değildir. Bu çağdaki bilgisizliği, çocukça düşünüşü; bir boşinan, bir kölelik saymak son derece yanlıştır."

"Anlayamadığımız, duyamadığımız için alay ediyoruz, yadsıyoruz, kötüye yorumluyoruz."

"Her şeyi belirleyen ruhun yapısını duyabilmek için sözcüklerle yanıt verme, o çağa, o bölgeye, bütün tarihe git, her şeyi içinden duymaya çalış."

"Avrupa Ortaçağ'da kültür yurdu olmaya başlamıştır. Tanrı daha önce bu 'barbar çağı' göndermemiş olsaydı bugün Avrupa bir çöl olurdu."

"Avrupa'da şimdi dünyanın bu güne kadar görmüş olduğundan daha çok erdem varmış. Neden? Çünkü Avrupa aydınlanmışmış. İşte ben de bundan dolayı onda daha az erdem olacağını savunuyorum."

Macit Gökberk, Kant ile Herder'in Tarih Anlayışları


Fehmi Baykan, Nietzsche'nin Felsefesi

"Yargılar, hayatla ilgili değer yargıları lehte veya alehte olsun, son tahlilde asla doğru olamaz: sadece semptom olarak değerleri vardır, sadece semptom olarak göz önünde tutulur, kendi başlarına ise bu yargılar budalalıktır."

"Sabahın erken saatinde, gün doğarken, her şey tazeyken, kişinin, gücünün doruğundayken kitap okuması sakatlıktır!" (Ecce Homo)

"Bazı tür insanlar çeşitli sebepler yüzünden evcilleştirmenin etkisinden kurtulurlar. "Moral deyişle, kötü, ahlaksız ya da vahşi denilen bu tipler Nietzsche'ye göre 'bir anlamda tabiata dönüş', 'iyileşme', 'kültürden tedavi olma'dır."" (Güç İstenci)

Nietzsche [dejenere dediği, yozlaşmış ve sürü olarak adlandırdığı] bu insanlara şöyle adlar vermiştir: köle, ahlaklı insan, iyi insan, dindar insan, son insan, öte-dünyacıl, ayak takımı, lüzumsuz, örümcek vb.

"İnanın bana: varoluştan en yüce bereketi ve neşeyi hasad etmenin sırrı, tehlikeli yaşamaktır. Şehirlerinizi Vezüv'ün eteklerine kurun. Gemilerinizi bilinmedik denizlere salın! Kendinizle ve akrabalarınızla savaş içinde yaşayın! Eğer hükümdar ve sahip olamayacaksınız, hırsız olun, fatih olun: ey bilgi peşinde olanlar!" (Şen Bilim)

Fehmi Baykan, Nietzsche'nin Felsefesi

Jean Granier, Nietzsche

"Bizleri düş kırıklığına uğratan şey yaşam değil, her türden arzulanırlığa karşı gözlerimizin açılmış olmasıdır, 'idealizm' denen bu saçma duyguyu her an bastırmayı bilmediğimiz için kendimizi aşağılarız." (Güç İstenci)

"İnsan hakikat peşindedir: Ne kendini yalanlayabilen, ne aldatabilen, ne değiştirebilen bir dünya, doğru bir dünya -- ıstırap çekilmeyen bir dünya; oysa çelişki, yanılsama ve değişim ıstırabın kaynaklarıdır!" (Güç istenci)

"[...] Bunlar kaygı tehlikesiyle karşı karşıya olma ve ahlaka tabi kılma içgüdüleridir; bu içgüdüler, başlarında mutlak bir efendi, sevgi dolu ve doğru sözlü bir varlık olsun isterler; kısacası, idealistlerde bu ihtiyaç köle ruhlardan doğmuş, dinsel ve ahlaki bir ihtiyaçtır."

"Bu dünyanın gerçekliğini oluşturan nitelikler değişim, oluş, çokluk, karşıtlık, çelişki ve savaştır." (Güç İstenci)

"Her şeyi anlamak demek, tüm perspektif ilişkilerini ortadan kaldırmak demektir, hiçbir şey anlamamak demektir, anlamanın özünü anlamamaktır." (Güç İstenci)

"[...] Bu zavallılar düşünmeye, çıkarımda bulunmaya, hesap yapmaya, nedenlerle sonuçları bağdaştırmaya mahkum edilmişlerdi. Kendi vicdanlarına, en zayıf ve en beceriksiz organlarına mahkum edilmişlerdi! Yeryüzünde böyle bir felaket duygusu, böylesine ezici bir hoşnutsuzluk asla olmamıştır sanırım!" (Ahlakın Soykütüğü)

"Açıkçası ahlak nedir? Dekadans içgüdüsü. Bitmiş tükenmiş ve yoksun insanlar bu şekilde birbirlerinden intikam alır ve efendi gibi davranırlar. [...] Erk istenci biçimi altında dekadans içgüdüsü." (Güç İstenci)

"Nietzsche modernitenin eşitlikçi ideolojisinden nefret eder: üstinsanın yaratılmasının önündeki en tehlikeli engel olarak bunu görür: "Herkes fazla eşit, fazla küçük, fazla dürüst, fazla uysal, fazla sıkıcı.""

Jean Granier, Nietzsche

E. M. Cioran, Burukluk

"Eğer son bir kuruntuyu muhafaza etmeseydi, Ömer Hayyam'a, onun cevapsız hüzünlerine gönülden kefil olurdum; fakat şaraba hala inanıyordu."


"Modern olmak, Devasızlık içinde şunun bunun ucundan tutmaktır."

"Ötekileri bizden daha mutlu olmalarından dolayı cezalandırmak için, onlara bunaltılarımızı aşılarız."

"Madde, Enerji ve Ruh o kadar zamanlarını doldurmuş görünüyorlar ki!"

"Şeytanın serpilip geliştiği zamanlarda panikler, ürküntüler, kargaşalar, tabiatüstü bir korumadan istifade eden dertlerdi: Bunları kışkırtanın kim olduğu, gelişmeleri kimin yönlendirdiği biliniyordu; şimdi, kendi hallerine bırakılınca, 'içsel dramlar'a döndüler, veya 'psikozlar'a, dünyevileşmiş patolojiye çevirdiler."

"İçimizde doğan her fikirle içimizdeki bir şeyler çürür." 

"Yalan bir yetenek biçimidir, oysa 'hakikat'e saygı gösterme kabalık ve hantallıkla at başı gider."

"Biri, olur olmadık yerde 'hayat' kelimesini mi kullanıyor: bilin ki hastadır."

"Hiçbir şey ölüm saplantısı kadar hoşumuza gitmez, saplantısı, kendisi değil."

"Fransızlarla görüşe görüşe insan nazik bir şekilde mutsuz olmayı öğrenir."

"Batı mı? Yarını olmayan bir olasılık."

"Hümanizme yapışıp kalanlar, canı çıkmış, duygusal dayanağı olmayan bir kelimeyi, hayaleti andıran bir sözü kullanmaktadır."

"Belirsizlik içinde sürüklenedururken en ufak bir kedere cankurtaran simidi gibi yapışırım".

"İnsanlar umrumda olmadıkça kafamı daha fazla kurcalıyorlar."

"Ümit etmek geleceği yalanlamaktır."

"Entelektüel, en büyük bahtsızlığı temsil eder, homo sapiens'in en yüksek başarısızlığını..."

"Bir tek iyimserler intihar eder, artık iyimser olmayan iyimserler... Diğerlerinin, hiçbir yaşama nedenleri olmadığına göre, niçin bir ölme nedenleri olsun ki?"

"Nesnel olacaksın! -- her şeye inanan nihilistin bedduası."

"Dua, yaratıkla yaradanı arasında bir münakaşaydı. Aralarını bulmak için İncil geldi. Hristiyanlığın affedilmez kusuru buradadır."

"İki bin yıldır İsa, kanepede ölmemiş olmanın intikamını bizden çıkarıyor."

E. M. Cioran, Burukluk


Jonathan Culler, Yazın Kuramı

"Mark Twain'in en az diğerleri kadar Amerikanlığı tanımlayıcı nitelik taşıyan Huckleberry Finn adlı eseri Huck Finn'in 'araziye' kaçmasıyla sonuçlanır, çünkü Sally Teyze onu 'uygarlaştırmak' istemektedir. Huck Finn'in kimliği uygarlaşmış kültürden kaçışına bağlıdır. Geleneksel açıdan Amerikalı, kültürden sürekli kaçan kişidir."

"Bir eserin anlamı eserin oluşturulması sırasındaki bir anda yazarın aklına koyduğu bir şey ya da yazarın eserin tamamlandığında taşıdığını düşündüğü anlam değildir; bunu yerine, esere katmayı başarabildiği şeydir. [...] Yani, eserin anlamı, yazarın belirli noktada aklında olan şey değildir; yalnızca metnin bir iyeliği ya da bir okuyucunun deneyimi de değildir. [...] O, hem bizim ne anladığımız hem de metnin içinde ne anlamaya çalıştığımızdır. [...] Eğer bütünsel bir prensibi ya da formülü benimsememiz zorunluysa diyebiliriz ki, anlam içerik tarafından belirlenir, çünkü içerik dilin kurallarını, yazar ile okuyucunun durumunu ve uygun düşebilecek ne varsa onu kapsar. [...] Anlam içeriğe bağlıdır ama içerik de sınırsızdır."

"Şiirin işlevsel olacağına dair hiçbir garanti yoktur ve söz yöneltme de en küstah ve en utanmaz düzeyde 'şiirsel', abartılı saçmalık olarak reddedilmeye en yatkın ve en gizem havası ekleyendir. "Lift me as a wave, a leaf, a cloud." Olur. Gıdıkla da gülelim. Şair olmak, bu tür şeyleri başarıyla gerçekleştirmeye çabalamak, bir yığın saçmalık denilerek bir tarafa atılmamasını garantilemektir."

"La Rochefoucauld, eğer kitaplarda okumuş olmasalardı hiç kimsenin aşık olmayı asla aklına getirmeyeceğini ileri sürer ve romantik aşk (ve de onun bireylerin yaşamlarında önemli olduğu) kavramı kuşkusuz yazının büyük bir yaratısıdır. Şüphesiz romanların kendileri -Don Kişot'tan, Madam Bovary'e kadar- romantik düşüncelerin suçunu başka kitaplara atarlar." 

Jonathan Culler, Yazın Kuramı

Erich Fromm, Barışın Tekniği ve Stratejisi

"Tarihteki kişilerden en çok beğendikleriniz kimlerdir?" sorusuna bir cevap: "Büyük İskender, Neron, Marx ve Lenin," bir başka cevap da: "Sokrates, Pasteur, Marx ve Lenin" olduğu zaman, ilk cevabı verenin kuvvet ve sert otorite yanlısı olduğu, ikinci kişinin ise, hayatın sürmesi ve güzelleşmesi için insanlığa hizmet edenleri beğendiği sonucu çıkar[ılabilir]."

"[...] Filozofların çoğu, yaşadıkları zamanın yöneticilerine karşı itaatsizlik etmemişlerdir. Sokrates ölerek itaat etti, Spinoza yetkililerle çatışma durumuna düşmemek için kürsüsünden ayrıldı, Kant sadık bir yurttaştı, Hegel gençliğindeki devrime olan sempatisini terk edip son yıllarında devleti yüceltmişti. Ama bütün bunlara rağmen, Prometeus onların piriydi."

Erich Fromm, Barışın Tekniği ve Stratejisi