21 Ağustos 2011 Pazar

Proust

O göğüsler; yaratılmalar esnasında, yaratıcının maharetinden hiç nasibini almamış da, tamamen kendi mükemmelliğini kendiliğinden kazanmış gibi duruyorlardı. Adeta nefes alıp veriyor ve kendi yaşam formlarında öyle olmak zorunda oldukları için, sırf benim adıma yapıyorlardı sanki bunu. Onların; kimsenin görmediği bağlarla bana, vücuduma, gözlerime, gözbebeklerime ve çok sıkıca yüreğime bağlandığını; dolayısıyla yaptıkları her bir hareketi bana bağımlı olarak yaptıklarını, ben olmasam ölüp gideceklerini biliyor; ama kalıp devam ettiklerinde bunun benle hiçbir ilgisi yokmuşçasına davranmalarına da içerliyordum. Özerkliklerini kazanmış ve herhangi bir bütünün parçasına ait değillermiş, sanki var olmalarının nedenlerinden biri olan ‘vücut’ kendilerini var etmiyor da, göğüsler ‘onu’ var ediyormuşçasına bir özgüvenle donatılmışlardı. Uçlar’ın çevresini sarmış ve büyülü bir tılsım taşıdığı her halinden belli olan kahve çemberler; uçlar’la öylesine uyumlu, öylesine güzel görünüyorlardı ki, bensiz öleceklerini biliyor olmam bir üstünlükten ziyade bir zaafa dönüşüyordu. Ben elimde hortum, bahçemdeki çimleri suluyordum; onlar orada bir taş kadar sabit durmalarına rağmen, aslında zamanın fevkalade yavaş aktığı bir yerde, inanılmaz bir zarafetle bir aşağı bir yukarı hopluyor, titriyor, dalgalanıyor, dans ediyorlardı. Yerçekimi; belki tüm gücünü toplayıp onları kendine çekmek istiyor ve hararetle bunun için uğraşıyorken, nadir güzellikteki bu şeylere en güzel şekli kendisinin verdiğinin farkına varamıyordu. Göğüslerde; ateş etrafında çember oluşturup dans eden yerliler, kutsal taşların güneşe göre konumlanışları, insan küllerinin boşluğa doğru üflenişi vardı. Kahve çemberlerin; bembeyaz bir vücudun ortasında sırıtarak durmaktan hiç hoşnut kalmadıklarını düşünenler, onların bu durumdan hayli memnun olduklarını ve bunu bir avantaja dönüştürdüklerini bilmiyorlardı muhakkak. Taş bir sütunun üstünde duran bu bembeyazlık, tüm gücünü beyazlığından alıyorken; çemberler, bu beyazlığın içinde birer nokta olduklarını düşünüyor ve beyaz bir sonsuzluğa nokta koyabildikleri için de övünüyorlardı. Ama tabii, çemberlerin ve uçlar’ın müthiş uyumundan gücünü alan göğüsler, kendileri her ne kadar öyle düşünmüyorlarsa da, bu beyaz haritanın bir parçasıydılar sadece.


(Marcel Proust, Albertine Kayıp'tan)

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış


“Çoğu kişi, bir dış güç kendilerini açık açık bir şey yapmaya zorlamadıkça, kendi kararlarının kendilerine ait olduğunu ve bir şey istediklerinde, isteyenin kendileri olduğuna inanırlar. Ama kendimize ilişkin büyük yanılgılardan biridir bu. Kararlarımızın çoğu aslında kendi kararlarımız değil, dışarıdan bize önerilmiş kararlardır; aslında başkalarının beklentilerine uygun davrandığımız, soyutlanma korkusuyla, yaşamımıza, özgürlüğümüze ve rahatımıza doğrudan gelebilecek tehditlerin yarattığı korkuyla güdülmüş bulunmamıza karşın, kararı verenin kendimiz olduğu konusunda kendimizi ikna etmeyi başarmışızdır. […] Genellikle insanların çoğunun kendi istekleriyle evlendikleri varsayılır. […] Bir adamın/kadının bilinçli olarak bir kişiyle evlenmeyi istediğine inandığı, oysa aslında, kendisini evliliğe yol açan ve bütün kaçış yollarını tıkamış gibi görünen bir dizi olaylar içinde kıstırılmış bulduğu durumlar vardır.”

André Maurois, Yaşamak Sanatı


“Şu tek kelimelik ve oldukça basit “bilmiyorum” sözü veya 4. Louis’nin severek kullandığı “bir bakayım” ifadesi sabırla ve sebatla söylenebilse, konuşmaların ortalama değeri mucizevi tarzda yükseltilmiş olurdu.”

“Kendi mesleklerinden bahsederken pek mantıklı olan onca insan, prensiplere geçer geçmez saçmalamaya başlarlar.”

“Cesaretlendirici işaretler konusunda âşık hiç de zorluk çıkarmaz. Bir bakış, biraz canlı bir cevap onu derhal harekete geçirir. […] Aslında bir ‘hiç’ bile bir aşığı tedirgin etmeye yeter. Âşık bakışları, kelimeleri, hareketleri özenle inceler. Onlarda gizli anlamlar bulur. […] Ne kadar az anlarsa (çünkü anlayacak hiçbir şey yoktur) sevdiğini o kadar çok düşünür ve aşk ruhunda o kadar derinlemesine kök salar.” 


(André Maurois, Yaşamak Sanatı)

Darwin


“Kafamın içi, geniş bilgi birikimlerinden öğüterek genel yasalar ortaya koymakla yükümlü bir makine işlerliği kazanmış gibi… Neden bunlar, ince beğenilerin beynimde kümeleştiği bölümleri uyuşukluğa yöneltiyor? Doğrusu çözebilmiş değilim.”