3 Aralık 2012 Pazartesi

Şerif Mardin, İdeoloji

Erik. H. Erikson’a göre ergenlik çağı ideolojiler için bilhassa uygun bir ortam yaratır, ergenlik çağındaki gençlerin bazı arayışlarını cevaplandırır, bundan dolayı bu yaş grubunca kolay benimsenir. 

*
Hegel için “soyut düşünce” diye bir şey yoktur, insanların tarih boyunca düşünmüş oldukları fikirler ve bu fikirlerle yaratmış oldukları toplumsal kurumlar vardır. […] Her ne kadar, insan doğa ile olan karşılaşmasında kendi kaderini kendi tayin ediyorsa da, başka bir açıdan, ancak tarihin içindeki gizli ve daha “yüksek” bir kuvvet ve amaç için çalışır. “İnsan” bu yüksek amacın gerçekleşmesine yarayan bir araçtır, amacı belirleyen dinamik unsursa Geist (Tin)’dir. […] Tarihin bir çizgisi vardır, fakat bu çizgi Tin’in kendini gerçekleştirirken çizdiği çizgidir. İnsan tarih içinde nereye gittiğini ancak kendi düşünce tarihini geride bıraktığı zaman, ortaya çıkardığı düşün ürünlerini değerlendirdiği zaman bir dereceye kadar anlayabilir. 



Lukacs şöyle izah ediyor: belli bir grup mevcut sosyal sistemi muhafaza etmeye yönelmişse, mevcut düzenin değişmesi ihtiyacını hissetmiyor ve istemiyorsa, o zaman daima “yanlış bilinç” halkası içinde hapsolmuş demektir. Fakat birisi mevcut düzeni beğenmemeye başlarsa o zaman o kısır döngünün içinden çıkmak imkanı belirmiş olur. Marx’ın proletaryaya bağışladığı ayrıcalığın kaynağını burada buluyoruz. Proletarya, burjuva sistemden memnun olmadığı oranda onu değiştirmek istediği için yeni, o zamana kadar saklı hakikatler arayacaktır. gerçekten de bir sistemi en iyi inceleyenler genellikle bu düzenin "kenarında" kalan kimselerdir. 


Nietzsche’ye göre insanlığın tarihinde görülen bütün fikirler ya saplantıdır ya şahsi çıkarların gizlenmesidir ya da çağın moda tutkularının ifadesidir. Yapılması gereken bunların temelinin zayıf olduğunu kabul etmek, fikirlerin dış görünüşüne aldanmamaktır. Bundan dolayı insan fikir kalıplarına, ussal yapıtlara kanıp inanacağına, onları rehber olarak kullanacağına, fikrinin gerçek zembereği olan, kendi içindeki “tahakküm isteği”ni (will to power) harekete geçirmelidir. […] Bundan sonra 20. yüzyılda insanın fazla teoriye kaçmadan kendi içindeki itişleri dinlemesi ve onları teori yerine kullanması gerektiği fikri faşizm adını verdiğimiz akımların hazırlanma safhasında önemli bir rol oynayacaktır.
 

Freud’a göre din, kişiliğin şekillenmesi esnasında geçirdiği bir safhanın eksiklerini örtmek için kullanılan bir araçtır. Din, çocuğun dünyayla karşı karşıya kaldığı zaman duyduğu ilkel korku ve güçsüzlük duygusundan çıkar. bu hissi duyan çocuk kendine bir yardım ve destek arar. bu yardımı da ana baba otoritesinde bulur. Büyüdükten sonra bu yardımlardan vazgeçmesi ve dünya ile karşılaşma sorumluluğunu kendi omuzlarına aktarması gerekir. Fakat bu sorumluluk yüklenme ego’ya kolay kolay kabul ettirilecek bir şey değildir. Bütün kararların başkaları tarafından verilmesi çok daha rahat bir durumdur. Böylece bazı kişilerde zaman zaman çocuksal davranışlara dönme, tümcü bir otorite kaynağı arama gibi bir eğilim belirir. Din, kişinin kaybettiği biyolojik baba yerine kendini sorumluluktan arıtan soyut bir baba yaratır: sorgulanmadan yerine getirilmesi istenen emirler veren bir kaynak… 


Toplum konusundaki bilgilerimizin türetilmesinde matematik, mantık nisbeten az bir yer tuttuğu için, mantıksal pozitivizm toplum olaylarını aydınlatmakta az başarılı olmuş ve toplum bilimlerinin ilerlemesine bayağı engel olmuştur. […] Sorun bilim felsefesinin kullandığı “dil”de ifade edilemeyen ifadelerin günlük hayatımızda önemli bir yer tutmasından ileri geliyor. Örneğin, bizi toplum hayatında harekete geçiren “Din insanı kurtarır”, “Kapitalizm batacaktır”, Sömürüye son” gibi fikirlerdir. O zaman bunları felsefeci olduğumuz için “saymamak” toplum hayatının önemli bir yönünü inkar etmek anlamını taşıyor. 


Türkiye’de kültürümüzün bir bölümünün vatan, bayrak, cengaverlik, cesaret kavramları etrafında kurulmuş olduğunu söyleyebiliriz, bundan da tabii olarak ordunun toplum içinde önemli bir yeri olacağını çıkarabiliriz. 


[…] Dine dönenin de ihtilal yapanın da davranışının altında onları birleştiren ortak bir nokta var. Her ikisinin bulduğu çare insanın evrenini izah etmek ve onu yeniden yaratmakla ilgili. İhtilalci için kötülük sömürü düzenidir. Dindar insan için kötülük “Allah’ın koyduğu ve insanlar için nüfuz edilmesi ancak kutsal kitaplar yoluyla mümkün olan” bir husustur. Bütün insanlar, yaşamak için etraflarında olanları mantıklaştıran bir çerçeveye muhtaçtırlar. 


Herkes geçmişinin asil ve ulu bir geçmiş olmasını ister. Bundan dolayı da kendi geçmişiyle ilgili olarak bir Bozkurt’un evladı olduğu veya Türk Mezopotamyası’nın prestijli bir aşireti ile akraba olduğu önerisini kolaylıkla kabul edecektir. 


Farklılaşmış, kümeleşmiş bir topluluğun her kümesi kendine rehber olarak yeni inançlar aramaktadır. İlginç olan ve şimdiye kadar araştırılmamış nokta bu inançların her birinin ne gibi "müşteri"leri çektiğidir. örneğin, Marksizm'i bir dünya görüşü olarak seçenler genellikle hangi toplumsal karakterleri taşıyorlar? Marksizm’in belirli bir alt dalını seçenler, mesela Mao’yu anlamlı bulanlar nasıl bir grup oluşturuyorlar? Bu seçim tamamen bir rastlantı mıdır? Tamamen öğrenciler için geçerli olan bir araştırmaya göre tipik “solcu”; orta ve yüksek gelir katlarında bulunan, bürokratik kökenli küçük aile birimlerinin en yaşlı çocuğudur; tipik “sağcı”; düşük gelir katlarından, kırsal kökenli geniş aile birimlerinin birkaç çocuğunun en gençlerinden biridir. 


Türkiye’de “aydın”, memleket konularıyla ilgilenen ve bunları düzeltmeye uğraşan “nizam-ı alemci”ye verilen addır. Fakat bu toplumu düzeltme çabası çok zaman bürokratik bir rolün icaplarının içinden yapılır. Türk aydını eski devirlerde "bürokrat"tan ayrı bir kişi değildi. bunun izi bugün de devam ediyor: Türkiye'deki tarihsel gelişmeler "aydın" fonksiyonunu Batı'daki kadar farklılaştırmamış. Türk aydını kendini devletin ilerisi için sorumlu gören yöneticilerinden biri saymaya devam ediyor.
 
Şerif Mardin, İdeoloji

1 yorum:

  1. “(…) landslide victory (of the Justice and Development Party) in the November (2002) elections in Turkey has been considered a success of Kemalism by a prominent Turkish social scientist, Şerif Mardin” iktisadî mevzuularda İNÖNÜ gibi düşünenler ile BAYAR gibi düşünenlerin gün (15 Temmuz 2016) gelip kanlı-bıçaklı olacaklarını kestirememiştir. Kaldı ki “Kemalism” böyle bir “zafer” 1973 yılında da kazanmıştı. Ne zaferi? Kût'ül-Amâre zaferi.

    YanıtlaSil