24 Aralık 2012 Pazartesi

Sait Faik Abasıyanık, Alemdağ'da Var Bir Yılan

Yine İstanbul çirkin. İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi; değil. Başka günler de Köprüsü balgamlıdır. Yan sokakları çamurludur, molozludur. Geceleri kusmukludur. Sokakları dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle. Yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek. Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.

(Alemdağı'nda Var Bir Yılan öyküsünden)

Orhan Pamuk, İstanbul

Bu ölen kültürün, batan imparatorluğun hüznü her yerdeydi. Batılılaşma çabası, modernleşme isteğinden çok, yıkılan imparatorluktan kalan keder verici, acıklı hatıralarla yüklü eşyalardan kurtulma telaşı gibi gelmiştir bana: Tıpkı birden ölüveren güzel bir sevgilinin yıkıcı anısından kurtulmak için elbiselerinin, takılarının, eşya ve fotoğraflarının telaşla atılması gibi. Yerine güçlü, kuvvetli, yeni bir şey, Batılı ya da yerli, modern bir dünya kurulamadığı için bütün bu çaba daha çok geçmişi unutmaya yaradı; konakların yakılıp yıkılmasına, kültürün basitleştirilip güdükleştirilmesine, ev içlerinin yaşanmamış bir kültürün müzeleri gibi düzenlenmesine yol açtı.

21 Aralık 2012 Cuma

Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken

Yabancı ülkelerde yaşama hasreti içinde kıvranan vatandaşlarımı azdırmak için gönderilmişlerdi sanki bunlar. Bakın, derlerdi; biz koyu ve ciddi elbiselerin giyildiği, sokaklarında büyük arabalarla gezilen ve salonlarında değerli içkilerin sunulduğu ziyafetler verilen bir ülkenin insanlarıyız. Özentili vatandaşlarım da içlerini çekerlerdi: Ah, ne kadar öylesiniz! İşte ben bile, bunları bilmenin ezikliği içinde, yolda bana bir şey soran bir yabancıya yardım etmek için çırpınırdım; ona, uzun uzun bir şeyler tarif ederdim. Eve dönünce de, yabancıyla konuşurken yaptığım yanlışlıkları hatırlayarak kendi kendimi yerdim.

16 Aralık 2012 Pazar

Thomas Kuhn ve Bilim Savaşları

Kuhn, bilimin; nesnelliğin ve hakikatin peşine düşmediğini, kabul gören inanç çerçeveleri içinde problem çözmeye çalışmaktan daha öteye gitmediğini göstermişti.

*
Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı'nda, bilim adamlarının yeni gerçeklerin peşindeki maceraperestler olmadığını; daha ziyade yerleşmiş bir dünya görüşü içinde, bulmaca çözmeye çalışan insanlar olduğunu söylüyordu. [...] Bilimi; akılcı olarak seçilmiş deneysel çerçevelere dayanan ilerici, yavaş yavaş artan bir bilgi birikimi olarak çizen geleneksel tablonun tersine, "normal bilim"i dogmatik bir kurum olarak gösteriyordu.

Sema Kaygusuz, Yüzünde Bir Yer

"Eline doğduğun babaannen tam kırk gün üstüne yağdırılan bütün adlardan seni korumuş, annenin, babanın, halaların ve dayıların sabırsızca koyuverdiği basmakalıp adlara direnerek senin hakiki harflerini aramıştı yüzünde. Kırkıncı günün gecesi sülün gibi bir kız olarak babaannenin rüyasına girdiğinde gerçek adını sen söylemiştin ona. Babaannen vahiyden uyanırcasına yatağından doğrulup o kızın bebekliğini kucaklamış, kendine koymuş olduğun adı senin kulağına fısıldamıştı.

7 Aralık 2012 Cuma

Etyen Mahçupyan

Cehaletin bilgisizlik olmayıp, bilmediğin halde kendini biliyor sanmak olduğunu laik kesim de öğrenecek ve belki de o zaman kendisini cahil 'bıraktıranın' ne olduğunu, cahil 'bırakanların' da kim olduğunu sorgulayacak.

*
... Kişiliğimiz bize ait değil, hala çocuğuz, devletin çocuğuyuz ve babamızın ruhuna yaslanmadan 'adam' olamamak çok ağır geliyor.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Şerif Mardin, İdeoloji

Erik. H. Erikson’a göre ergenlik çağı ideolojiler için bilhassa uygun bir ortam yaratır, ergenlik çağındaki gençlerin bazı arayışlarını cevaplandırır, bundan dolayı bu yaş grubunca kolay benimsenir. 

*
Hegel için “soyut düşünce” diye bir şey yoktur, insanların tarih boyunca düşünmüş oldukları fikirler ve bu fikirlerle yaratmış oldukları toplumsal kurumlar vardır. […] Her ne kadar, insan doğa ile olan karşılaşmasında kendi kaderini kendi tayin ediyorsa da, başka bir açıdan, ancak tarihin içindeki gizli ve daha “yüksek” bir kuvvet ve amaç için çalışır. “İnsan” bu yüksek amacın gerçekleşmesine yarayan bir araçtır, amacı belirleyen dinamik unsursa Geist (Tin)’dir. […] Tarihin bir çizgisi vardır, fakat bu çizgi Tin’in kendini gerçekleştirirken çizdiği çizgidir. İnsan tarih içinde nereye gittiğini ancak kendi düşünce tarihini geride bıraktığı zaman, ortaya çıkardığı düşün ürünlerini değerlendirdiği zaman bir dereceye kadar anlayabilir. 


2 Aralık 2012 Pazar

Rainer Maria Rilke, Genç Bir Şaire Mektuplar

“Herr Kappus, yüreğinizde çözülmemiş şeylere karşı ses çıkarmadan beklemenizi ve sorularınızı kapalı odalar, yabancı dilde yazılmış kitaplar gibi sevmenizi istiyorum. yaşamadığınız için size verilmeyen cevapları şimdi araştırmayın. her şey yaşanmak ister. siz şimdi sorunlarınızı yaşayın." 


Her yede var olan Tanrı’ya artık inanmadığımızdan, çocukluğunuzu ve çocukluğunuza bağlı olan yalın, sessiz olanı düşünmek sizi korkutup içinizi sızlatıyorsa, o zaman, kendi kendinize, tanrıyı gerçekten mi kaybettim, diye sorun. 


İnsanın hayatında hiçbir alan, aşk alanı kadar geleneklere dolanmış değildir. 


Eğer bilgimizin erdiğinden daha uzağı görebilseydik, bir parça da atalarımızın hazırladıkları eserlerin dışına bakabilseydik, belki de o zaman üzüntülerimize sevinçlerimizden daha büyük bir güvenle katlanabilirdik, Çünkü bu anlar, içimize yeni, bilinmeyen bir şeylerin girdiği anlardır. 

Rainer Maria Rilke, Genç Bir Şaire Mektuplar

Sait Faik, Kumpanya

“Hep böyle söyleriz” [dedi], “Anadolu çekmez, Anadolu istemez, Anadolu anlamaz. Bu yüzden dünyanın en aşağılık filmlerini biz yaparız. Anadolu şöyledir Anadolu böyledir. İçimizde Anadolu’yu bilen bile yok.” 

*
Üsküdar, İstanbul’dan Diyarbakır kadar uzaktır.


Sait Faik, Kumpanya

Cesare Pavese, Günlükler

Suçun biraz da bizde oluşu mu? Bütün suç bizdedir oysa, bundan da kurtuluş yoktur. Hep böyledir bu.

*

Bir kadına ondaki potansiyelden bahseden kişi boynuzlanan ilk kişi olacaktır. Matematiksel bir şeydir bu. Evet, matematiksel


*
Bir kadın, eğer budala değilse, eninde sonunda akıllı, sağlıklı bir adam bulup onu bir yıkıntıya çevirir. Her zaman başarır bu işi.

Bacon, Denemeler

İnsanın kafasından boş düşünceler, böbürlenmeler, yanlış değerlendirmeler, tatlı kuruntular, bütün bu gibi şeyler çıkarılacak olursa, çoğu kimsenin kafasında geriye, kendilerinin bile hoşlanmayacağı, üzüntü, tedirginlik dolu zavallı cılız şeylerin kalacağını bilmeyen var mı?

*
İnsanların ölümden korkması, çocukların karanlık bir yere girmekten korkmalarına benzer.


Mutluluk kötülüğü, mutsuzluk erdemi doğurur. 


Erkek ne zaman evlenmelidir sorusuna Thales şu cevabı vermiş: “genç adam için erken sayılır daha, yaşlı adam içinse artık geçtir.” 

Elisabeth Wright, Lacan ve Postfeminizm

Freud’a göre cinsel farklılığın kökeninde, erkek ve dişi organları arasındaki anatomik farklılıkların, varlık ve yokluk terimleriyle ifade edildiğinde kazandığı anlam vardı. Sonuçta hiçbir cinsel kimlik tam değildi: Kadınlar penis kıskançlığından, erkekler ise kastrasyon anksiyetesinden mustaripti.

*
Dil ve konuşma insanoğlunu kastrasyona maruz bırakır. Lacan’a göre önemli olan dilin, bütün konuşan varlıklar üzerinde uyguladığı sınırlamadır; bu sınırlamayla bedenin motivasyonu (Freudcu güdü) tam bir tatminden yoksun bırakılır. Bu da simgesel kimliği ile kimliği taşıyan bedeni arasında bölünmüş bir özne, yani Lacan’ın gizemli ‘yasak özne’sini yaratır.

*
Şüphesiz kadınları maskeleriz, çünkü kadını keşfedemeyiz. Onu sadece icat ederiz.


Simgesel olan tekrar yoluyla gerçek üzerinde işler ancak asla gerçeğe dönüşmez. Dildeki her sözcüğün kullanımı, bir kimliğin inşa edilme ve hayata geçirilme çabası içerisinde, gerçeğin bir parçasını yakalamaya yönelik bir tekrardır.

Elisabeth Wright, Lacan ve Postfeminizm

Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı

Ben ilk roman yazmaya başladığım 1970’lerin ortasında, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay gibi romancıları “düşünceli” oldukları için de severdim. Bu yazarların yalnız anlattıkları insan deneyimi ile değil, anlatım yolları ile de aşırı dertlendiklerini gördükçe memnun olurdum.


Konumuz için, roman sanatının temel özellikleri açısından daha ilginç olan şey, film seyircisinin saflığına gülümseyen, filmlerde kötü kahramanları canlandıran yarı ünlü oyuncuların İstanbul sokaklarında öfkeli seyirciler tarafından tanınınca azarlanmasına, dövülmesine, hatta hayatta olduğu gibi linç edilmeye çalışmasına kahkahalar atan “bilgili, kültürlü” okuyucuların, daha sonra bana “Orhan Bey, siz Kemal misiniz? Bunları hakikaten yaşadınız mı?” diye sormadan edememeleridir. 

*
Tolstoy’un dünyası incelikle, duyarlıkla örülmüş eşyalarla kaynaşırken, Dostoyevski’nin odaları sanki bomboştur.

*
Ben geleneksel dünyadan modern aleme roman okuya okuya geçtim. Bu, ait olmam gereken bir cemaatten kopup yalnızlığa geçmek anlamına da geliyordu.

*

Bazı romancılar okurun gözünde bir büyük anıt dikmek için (Borges gençliğinde yazdığı bir yazıda Ulysses’i bir katedrale benzetir), bazıları da Proust gibi okurların kafasında resimler canlandırmak için yazarlar. bazı romancılar başkalarını anlamakla, bazıları da başkalarınca anlaşılmamakla gururlanırlar.

Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı

Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

“Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. Sadece rastlantı bir şeyler söyler bize. Onun diyeceklerini Çingenelerin kahve falı bakması gibi karineyle çıkarırız. […] … Gizemli kesişmelerin büyüsüne kapıldığı için roman[ları] kınamamalı; asıl, gündelik yaşamdaki bu tür kesişmeleri göremediği için insanoğlunu kınamalı. Çünkü böylelikle yaşamını güzelliğin bir boyutundan yoksun bırakmaktadır insanoğlu. 

Kadın, “kaktüs fotoğrafları bile çeksen kendi yaşamını yönlendiriyorsun demektir. Sadece kocan için yaşarsan, kendine ait bir yaşamın olmaz,” dedi. 

Birden tepesi attı Tereza’nın: “Benim yaşamım kocamdır, kaktüsler değil” dedi.