18 Haziran 2011 Cumartesi

Milena’dan

“Doğru erkek hiçbir zaman gelmedi. Genelde gereğinden fazla gevezelik ve nevrasteni, fazlasıyla yaşamdan yabancılaşma vardı… Birçoğu yaşamdan öylesine korkmaktaydı ki, her seferinde cesaret verme görevi bana düşüyordu. Aslında tam tersi olması gerekirdi. Özlemini en çok duyduğum şey, bir sürü çocuk doğurmaktı; inek sağmak, kaz beslemek istemiştim ve beni ara sıra döven bir de koca. Derinlerimde ben aslında gerçek bir Çek çiftçi kızıyım. Entelektüellik denilen o şey bende talihsiz bir rastlantı yalnızca.”

(Milena’dan, Margarete Buber-Neumann)

Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi

“[Carl Becker’a göre] Aydınlanma düşünürleri, söz gelimi ortaçağ Hristiyanlık düşüncesindeki yaratılmış evren kavramını reddettiler ama kendi kendine işleyen bir mekanizma olarak evren ve tabiat kavramına karşı çıkmadılar. Hatta bu mekanizmayı, bu kendine yeterli makinayı topluma ve insan ilişkilerine de taşıdılar. Gerçek otorite figürleri olarak, Kilise’nin ve İncil’in otoritesine karşı çıktılar ama bunun yerine tabiatın ve aklın otoritesini koydular ki, bu da Aydınlanma’nın “otorite karşıtı” bir söylem olmadığını göstermektedir. Bir kelimeyle, St. Augustinas’ın “cennetsel şehri”ni, bir “yeryüzü şehri” haline getirmekten başka bir amaçları yoktu. Becker’a göre Aydınlanma düşünürlerinde başat olan bütün kavramlar (akıl, tabiat, hürriyet vb.) dinsel içeriklerinden soyutlanmış kavramlardı o kadar.”

(Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi)

Nilüfer Göle, Modern Mahrem

“Özellikle Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok adlı kitabında, kadının arzularından ödün vermeden kendi cinselliğine sahip çıkması savunularak, bir anlamda kadına ilişkin “saygınlık” tabusu kırılıyor; dişiliğin gizlenmesi üzerine kurulu kadın saygınlığı, kadının en gizli arzuları, cins kimliği pervasızca açığa vurularak yok ediliyor. Kadının bireyselliği “diğer kadınlar” adına değil “önce ben” diyerek, erkeklerden rövanş alırcasına kotarılıyor.”


(Nilüfer Göle, Modern Mahrem)

Kafka, Milena’ya Mektuplar

“[…] İnsanların mektup yoluyla birbirleriyle ilişki kurabilecekleri düşüncesi nereden çıkmış ki! Uzaktaki bir insanı düşünebilir ve yakındaki bir insanı elimizle tutabiliriz, geri kalan her şey insan gücünü aşar. Ama mektup yazmak, hayaletlerin önünde soyunmak demektir, ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. Yazıya dökülen öpücükler yerlerine ulaşmaz, hayaletler yolda içip bitirir onları. Bu zengin besin sayesinde görülmemiş derecede çoğalırlar. İnsanlık bunu hissediyor ve buna karşı savaş veriyor; insanlar arasındaki hayaletli iletişimi olabildiğince kesmek ve doğal bir ilişki biçimine, ruhların huzuruna kavuşmak için demiryolunu, arabayı, uçağı icat etti, ama hiçbir şey işe yaramıyor, belli ki bunlar uçurumdan düşerken yapılmış icatlar, karşı taraf ise çok daha sakin ve güçlü. Mektuptan sonra telgrafı icat etti, telefonu, telsizi… Hayaletler açlık çekmeyecekler, ama biz telef olacağız.”

“Bütün bu sözde hastalıklar, ne kadar üzücü görünüyor olursa olsun, inançla ilgili olgular, zora düşen insanın herhangi bir kıtaya demir atması; dolayısıyla, dinlerin kaynağı sıfatıyla psikanalizin bulduğu da, bireyin “hastalıkları”nın o dinlerin kabülü doğrultusundaki açıklamasından başka bir şey değil, yine de günümüzde bizde genel olarak din cemaati eksikliği söz konusu, sayısız tarikat var ve bunlar tek tek bireylerle sınırlı ama belki de sadece “şimdi” tarafından hapsedilmiş gözümüze öyle görünüyor.”

“Dünyayı omuzlarımda taşıyamam, paltomu bile taşıyamıyorum.”

“Kirliyim ben Milena, sonsuz kirli, o yüzden temizlik konusunda böylesine yaygara ediyorum. Hiç kimse cehennemin dibindekiler kadar temiz şarkı söyleyemez; meleklerin söylediğini sandığımız şarkı, aslında onlarınkidir.”

“Kürk ilanlarını beğenmen beni çok sevindiriyor. Tadını çıkarmaya bak! Belki bugün para biriktirmeye başlarsam, yirmi yıl beklersen ve kürkler de ucuzlarsa (belki o zaman Avrupa ıssız bir çöle döner ve kürk hayvanları sokaklarda başıboş dolaşmaya başlar)- işte belki o zaman param sana bir kürk almaya yeter.”

“Uçurumun karşı tarafında gece var, tamamen her anlamda gece; bu tarafta dünya var, dünya benim elimde ve şimdi karşı tarafa, gecenin içine atlayıp onu bir kez daha ele geçirmeliyim. İnsan elinde olan bir şeyi bir kez daha ele geçirebilir mi? Bunun anlamı onu kaybetmek değil midir?”

“Geçenlerde bir Tribuna okuru bana, “Akıl hastanesinde geniş çaplı araştırmalar yapmış olmalısınız” dedi. “Sadece kendiminkinde.” dedim.”

“Paranın eline geçip geçmediğini hemen yaz bana. Eğer kaybolduysa, başka türlü gönderirim ve eğer yine kaybolduysa yine başka türlü; bu böyle gider, ta ki hiçbir şeyimiz kalmayana ve her şey yoluna girene dek…”

(Kafka, Milena’ya Mektuplar)

Remzi Demir, Türk Aydınlanması ve Voltaire

“Astrolojiye duyduğu güven nedeniyle, 3. Mustafa, Avrupalıların başarılarının nedenlerini yanlış değerlendirmiş ve bunu yıldızların etkisine bağlamıştı. Avrupa’da Fransa, İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya arasında geçen Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) sırasında en küçük devlet olan Prusya’nın kazandığı zaferlerden hayrete düşmüş ve 2. Friedrich’in başarılarında, olacakları önceden görüp kendisine bildiren müneccimlerin önemli bir yer tuttuklarını düşünmüştü. Bu düşüncenin yönlendirmesiyle Ahmed Resmi Efendi’yi (1700-1783), elçi olarak Prusya kralının yanına yollamış ve ondan üç müneccim istemişti. 2. Friedrich’in Ahmed Resmi Efendi’ye vermiş olduğu yanıt, çok düşündürücüdür:

“İyi bir orduya sahip olmak, barış zamanında harbe hemen girebilecek şekilde onu talim ettirmek ve hazineyi dolu tutmak; işte benim üç müneccimim; bunlardan başka müneccim yoktur. Dostumuz padişaha böylece bildirmenizi rica ederim.”

(Remzi Demir, Türk Aydınlanması ve Voltaire)

William Faulkner

“Sanatçı, gözünü karartıp kendisini işine kaptırandır. Neden böyle olduğunu bilmez ve çoğunlukla da bunu düşünemeyecek kadar yoğundur. İşini yapabilmek için gerekirse soygun yapar, ödünç para alır, dilenir veya birinden ve herkesten çalacak kadar da bütünüyle ahlaki değerlerden yoksundur.”

(William Faulkner)

Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar

“Hikmet’e göre ülkemizde herkes aklını oynatmış; memleketin, İsviçre’ye tedavi için gönderilmesi icap ediyormuş. Ancak oradaki doktorlar anlar, diye tutturuyor.”


“ÜLKEMİZ.

Ülkemiz, bazı yanlardan denizlerle, bazı yanlardan da başka ülkelerle çevrili; genellikle dört köşe, özellikle çok köşe bir kara parçasıdır. Denizlerin olmadığı yerlerde ülkemiz noktalı çizgilerle sınırlanmıştır. […] Ülkemiz bir haritaya benzer. […] noktalı çizgiler bir şeye benzemez. Noktalı çizgiler, sınır olarak, sınırlarımızda bulunur. Bütün sınırlar boyunca uzanan binalar, çizgileri; noktalar da, bunların arasına yerleştirilmiş bulunan gözetleme kulelerini gösterir. Bunlar üstten bakılınca, haritalara benzer.

John Gray, Saman Köpekler

“Modernlik fikrinin bir özelliği de insanlığın geleceğinin daima seküler olacağını kabul etmesidir. Tarihte hiçbir şey bu tuhaf anlayışı desteklememiştir. Sekülerleşme İngiltere, İsveç ve İtalya gibi birkaç Avrupa ülkesinde yaşanmıştır. Amerika’da izine bile rastlanmaz. İslam ülkeleri arasında bir tek Türkiye’nin sağlam temellere dayalı seküler devleti vardır; diğerlerinin çoğunda köktendincilik yükseliştedir. […] 21. yüzyılın modernleşme yanlıları, dar görüşlü umutlarını genel tarihsel yasalarla karıştıran on dokuzuncu yüzyılın Avrupalıları olan Marx’ın ve pozitivistlerin modası geçmiş vurgularıyla konuşurlar.”

Stephen King, N. İsimli öyküden

“Gerçek bir bilinmezliktir […] ve varlıkların günlük dokusu aslında onların karanlığını ve parlaklığını maskelemek için örttüğümüz bir bez parçasıdır. Bence ölülerin yüzünü de aynı nedenle örtüyoruz. Cesedin yüzünü bir çeşit giriş kapısı olarak görüyoruz. Bize kapalı bir kapı, ama her zaman kapalı olmayacağını da biliyoruz. Bir gün her birimiz için açılacak ve her birimiz o kapıdan gireceğiz.”

(Stephen King, N. İsimli öyküden)

Pareto, Seçkinlerin Yükselişi ve Düşüşü

“Eski dinlerin dirilişi sırasında ve yeni ve güçlü bir dinin yükselişinde kendini gösteren bu büyük fenomenlere [Almanya’da yurtseverlik, İngiltere’de emperyalizm, Fransa’da milliyetçilik, ABD’de şovenizm] ek olarak daha az öneme sahip diğer fenomenler dini duygularını insan faaliyetlerini nasıl istila ettiklerini açığa vurur. Böylece bu fenomenlerin dini şekle girmek konusunda sınırlanamaz bir eğilim sahibi oldukları görülür.”

“Önemsiz politikacıların çoğu bazı kamu görevlerine seçilmek için; eğitimli kişilerin birçoğu kitaplarını sattırmak için; birçok oyun yazarı halkın hoşuna gitmek için; birçok profesör bir kürsü elde etmek için sosyalist olmuştur.”

(Pareto, Seçkinlerin Yükselişi ve Düşüşü)

Milan Kundera, Perde

“Bürokrasi artık her yerde mevcut, hiçbir yerde ondan kaçamazsınız. Bizler artık Stifter’in dünyasından geri dönülmez biçimde Kafka’nın dünyasına geçtik. […] Her şeyin planlandığı, önceden belirlendiği hayatlarımızda mümkün olan beklenmedik tek şey, nereye varacağı bilinmez sonuç ve uzantılarıyla idari mekanizmadaki bir hatadır. Bürokratik hatalar çağımızın tek şiiri (kara şiir) haline gelmektedir. […] Göğüs göğüse çarpışma falan yoktur artık; sigorta şirketleri, sosyal sigorta, güvenlik, ticaret odası, adalet, maliye, polis, emniyet amirliği, belediye: Düşmanlarımızın ismi var, cismi yoktur. Bürolarda, bekleme salonlarında, arşivlerde saatler geçirerek mücadele ederiz. Mücadelenin sonunda bizi bekleyen nedir? Bir zafer mi?”

zen budizmi

“Doğrulamak kadar yadsımak da Zen’i ilgilendirmez. Bir şey yadsındığı zaman başka bir şey doğrulanıyor demektir. Tanrı’nın varlığı yadsındığı zaman yokluğu doğrulanıyor demektir. Yadsımak her zaman doğrulanan bir şeyi içerir. Bir şeyi doğrulamak da başka bir şeyi yadsımak anlamına gelir.” (İlhan Güngören, Zen Budizmi)

“Ona “boşluk” da diyemeyiz, “boşluk değil” de diyemeyiz. Hatta “ne ikisi” “ne de hiçbirisi” de diyemeyiz. Ama gene de onu anlatabilmek için ona boşluk (sunya) diyoruz.” (Madhyamika Shastra)

“Özgürlüğünü kazanmış bir kadın için sönük bir erkek organıyla göz göze gelmekten daha dokunaklı bir şey olabilir mi?” (Taocu Sevişme, Jolang Chang)

Kate Chopin, Uyanış’tan

“Sorun şu ki, gençler düşlere kapılır. Bu, doğanın bir önlemi, soyun annelerini sağlamak için kurduğu bir tuzaktır. Bunun ahlakla ilgili sonuçlarını hiç hesaba katmaz doğa, bizim kendiliğinden yarattığımız, ne pahasına olursa olsun korumaya zorunlu olduğunu duyumsadığımız durumları hiç hesaba katmaz.”

(Kate Chopin, Uyanış’tan)

Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna

“Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?”

(Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna)

Eugene Ionesco, Yazar ve Sorunları

“’Kendi olmak’ ne demek? Var olan bu ‘kendi’ mutlak mı görece mi? Bu “ben” (düşünen tabii), benim kimliğim… benim tanımlayabileceğim bir şey değil; kendimin sandığım düşüncelerimi başkaları belirlemiş olabilir. Bizler, hepimiz, değiştirilemez ve yerine yenisi getirilemez miyiz? […] Zaman zaman bir şeye inandığımı sanıyorum, düşündüğümü sanıyorum, bir yan tutuyorum, bir seçme yapıyorum, dövüşüyorum, bunu yaptığım zaman da dik başlıca, güçlüce yapıyorum. Ama her zaman içimde bir ses seçmemin, gücümün, olumlamanın sağlam ve mutlak bir temeli olmadığını söylüyor. Onlardan vaz geçmemi istiyor. […] Hiçbir şeyin nedeni olmadığı, akıl sır ermez bir gücün bizi yaptıklarımızı yapmaya ittiği kanısındayım. Hiçbir şeyin hiçbir nedeni yok. Her şey kendi içinde tartışılabilir durumda; dışımızda olan şeyler (ya da “dışımızda” dediğimiz şeyler) ister olgu olsunlar ister nesne, yalanlanır gibi değil. Yalanlanır gibi değil ve üstelik, bana sorarsanız, var olmak ya da olmamak için herhangi bir nedenden yoksun.


(Eugene Ionesco, Yazar ve Sorunları)

Philip K. Hitti, Ali üzerine

“Yiğitçe savaşan, bilgece öğüt veren, güzelce konuşan, dürüstçe arkadaşlık eden, düşmanlarına dostça davranan Ali, hem Müslüman asaleti ve cömertliğinin mükemmel örneği hem de adına sayısız şiirler yazılan, deyişler söylenen, vaazlar verilen ve öyküler anlatılan Arapların Süleyman’ı oldu.”

(Philip K. Hitti, History of the Arabs)

Thomas Carlyle, Kuran üzerine

“[Kuran] Okuduğum en zor kitaptı diyebilirim. Yorucu, kafa karıştırıcı ve karmaşıktı. Sonu gelmez tekrarlar, uyumsuzluklar, karışıklıklar içeriyordu. […] Bir Avrupalı ancak Kuran’ı okumayı kendine görev edinirse onu bitirebilir.”

(Thomas Carlyle, Major World Religions içinde)

Robert Winston, Tanrı'nın Öyküsü

“Frank Keil ve Michael Kelly adlı psikologlar ‘doğaüstünün kurallarını’ ortaya çıkarmak için sayısız söylence ve inanç sistemini araştırdılar. İnsanın hayvana ve hayvanların insana dönüşmesi temasının çok yaygın olduğunu ve bu tür-değiştirme fikrinin katı kurallara dayandığını keşfettiler. Örneğin, insanlar bitkiden, kuştan ya da böcekten çok hayvana dönüşüyorlardı. İnsanlar ve hayvanlar çok ender olarak cansız nesnelere dönüşüyordu. İğrenç kurbağanın yakışıklı prense dönüşmesini kabul ederiz; ama bir kadın kahramanın yağlı bir karbüratörü öpmesi bizi daha az mutlu eder! Doğaüstünün söz konusu olduğu yerde ‘her şeyin olabileceğini’ var saymak doğru değildir. Göründüğü kadarıyla, beyinlerimiz sadece belli kurallara uyan şeyleri hayal edebilmektedir.”

(Tanrı'nın Öyküsü, Robert Winston)

Loytard, Postmodern Durum

“İki arkadaş arasındaki bir tartışmada konuşmacılar her türden kullanışlı cephaneyi kullanırlar… karmakarışık bir savaş ortamında oradan oraya savrulan soruları, talepleri, savları ve anlatıları… Savaş asla kuralsız olmaz; çünkü kurallar, en büyük esnekliği tanımak adına dile getirilen şeyleri cesaretlendirirler.”

(Loytard, Postmodern Durum)

Deleuze ve Guattari

“[Şizofren] kendisini özgür, sorumsuz, yalnız ama neşeli bir insan olarak üretir; hiç kimseden izin istemeden dilediğini söyleyebilir, istediğini yapabilir. Arzu hiçbir şeyden yoksun değildir; bütün engellerin ve kurallar düzeninin üstesinden gelen bir akıştır. Arzu bundan dolayı her ne olursa olsun asla bir ego olarak tasarlanamaz. Şizofren deli olma korkusuna bütünüyle son vermiş kimsedir.”

(Deleuze ve Guattari, Anti-oedipus: kapitalizm ve şizofreni)

Foucault

“Aralarında sürekli dolaysız bir savaşın geçtiği biri işçi sınıfından diğeri burjuva sınıfından kurulu özneler olduğunu sanmıyorum. Kim kime karşı savaşır? Biz, hepimiz birbirimize karşı. Her zaman içimizde bizden başka bir şeyle savaşan bir şey var.” 

(Foucault, Power/Knowledge)

Gayatri Spivak

“[Yapı söküm çabası] kendisinden çok şey beklenen son biçimini almış bir metni bir yere yerleştirmek, kararverilemezlik anını keşfetmek, gösterenin (signifier) olumlu hareketiyle serbest kalan metni iyiden iyiye araştırmak, yerleşik sıradüzenin sırf yerini değiştirmek amacıyla tersyüz etmek ve yazılı olanları yeniden oluşturmak için parçalarına ayırmak işlemleriyle özetlenebilir.”

(Gayatri Spivak, Derrida’nın Of Grammatology kitabına yazdığı önsözden)

Nietzsche

“Nedir doğruluk öyleyse? Sürekli devinen metaforlar, mecazlar, insanbiçimcilikler ordusu; doğruluk, doğruların yanılsama olduğunu unutanların yanılsamasıdır… tıpkı dikkatleri dağıtan bozuk paralar gibi. Şimdi onlar artık bozuk para dahi değiller; yalnızca metal onlar.”

(Nietzsche, “On Truth and Falsity in Their Ultramoral Sense, Levy, O)